Читайте также: |
|
alçı: alıc; âşik oyunu, istilahında bey gelirse alçı olur, dağin çıkması, üstün, galib. — Mispel; Knöchelspiel; Das Obere, Der Sieger.
alçı taşı: kevkeb elarz, senk-i dira h şan. — Talkstein, glänzender Stein.
alçık: casus, ayar, hafiye. — Spion, Bösewicht.
aldab soldab: yâni aldadarak yalvararak. — Betrügend, flehend.
aldağ: firib, al, h uda, hile, nirnek. — List, Betrug. | Aldağcı: firibger, hilekyar. — Lügner, Betrüger. | aldağuc: firibcilik, cabulusluk. — Betrügerei. Schmeichelei.
aldamak: an-u firib etmek, h ilaf söylemek. — Betrügen, Widersprechen. | aldamcı: firibci, h udakyar, mekyar. — Betrüger, Schwindler.
aldaramak: bihad sevinmek, mahzub olmak, iztirab etmek. — Hingezogen sein; ängstigen,
aldaşmak: yekdiyerine firib vermek, mahayele ve muhadâ etmek. — Jemanden betrügen, belisten.
alduken: h uda, hile. meker, aldanmış. — List, Trug.
algun: tepe, tel, küçük dağ. — Hügel; Faden; kleiner Berg.
alguncuk: maşa, kira, dest pünah. — Zange; Miethe.
alığ satığ: alış veriş. ahz-u ita. — Kauf und Verkauf, Handel.
alın: pişani, cebin, cebhe; sütlü meme. — Stirnhaar, Stirn; Brust voll Milch.
alışmak: muavaze ve bedel etmek. münis olmak, dostluk etmek, mubadele, munahebe etmek. — Ersetzen; sich behaglich fühlen, Freundschaft schliessen; austauschen,
alya: bir nevi meyve dir. — Eine Fruchtart.
alkışlamak: alkış etmek, teşvik etmek, dua-u sena etmek. — Begrüssen, anregen zu etwas; loben.
alla: çocuğu uydurmak ve nini içtin söylenen türkü. — Schlummerlied.
alp: pehlivan, behadur, şeci, kahraman; alp - arslan: bir padişah ismi dir. — Held, tapfer, muthig, Sieger; Name eines Padischah's.
altabi: tilki büyüklüyünde bir hayvan dir, derisinden kürk yaparlar, paça. — Thier von der Grösse eines Fuchses, aus dessen Fell ein Pelz verfertigt wird.
altau (altaula): altışer, ve altısıda birden. — Je sechs.
altılık: ciyer, şüş. — Leber, Lunge.
altmış: sittin, şest, Türkistanda tevaif-i etrakdan bir kabile ismi dir, taliye askerlerine unvan dir. — Sechzig; Name eines türkischen Stammes; Name des Vortrabes eines Heeres.
altun: tila, zer, zeheb; altun bilğa: menşur, ferman, yarlıg-i padişah-i Türkiye. — Gold; Diplom, das fürstliche Handzeichen des türkischen Padischah's.
altun damğa: Türk hükmdarlarının mühür ve tuğrasi. — Siegel und Unterschrift der türkischen Herrscher.
altun muğ: zerbeft, dibayi tila. — Goldgewebe, goldgestickter Seidenstoff.
aluc: erik, yabani muattar bir meyve dir. — Pflaume, wilde würzige Frucht.
aluk: budala, meczub, mecnun, beyni oynamış. — Dumm, Verrückter, wahnsinnig.
am: deva, ilac, derman, demirden mâmul şiyar aletı; ferc; Hindistanda bir nevi leziz meyvenin ismi dir. — Arznei, Heilmittel; aus Eisen verfertigtes Ackerbaugeräth; vagina; Name einer würzigen Frucht in Indien.
am ağac: su dolabını ve deyirmeni çevirmek üzre hayvanin başına bağladikları ağac. — Holzstück, welches auf das Haupt des Thieres gebunden wird, um das Wasserrad und die Mühle zu treiben.
am otu: bir nevi giyah ve deva. — Eine Art Gras und Heilmittel.
amac: hedef, nişane. — Zielpunkt. Ziel.
aman kara: bir nevi ağac dir. — Eine Baumart.
amidun: zinde, diri, hay. — Lebhaft, lebend.
an and: mufasil, bend, boğum. — Gelenk, Fessel, Knoten.
ana: valide, mader; işte. buracıkda demek dir, anandayor ana göründü gibi. — Mutter; hier, da.
anayı: avanak, ahmak, sözü rabitesiz ve sebatsız adam. — Dumm; ein Mensch mit undeutlicher Redensart.
anaka: valide makamında, üvey mader, daya, hükmdarın valideliği, mürebbiye, süt ana ve dayasi, ataka gibi isede h atun olmak şart dir. — Mutter, Stiefmutter, Amme, Mutter des Herrschers, Erzieherin, Säugemutter.
anamak: hayvanı i h sa etmek. — Ein Pferd bändigen.
anatmak: ikdiş a h te etmek. — Ein Pferd einüben.
anba: Hindustanda bir nevi tatlı kokulu meyve ismi dir. — Name einer süssen wohlriechenden Frucht in Indien.
anbur: kerpiden, kaysac; eköprine da h i mustâmel dir. — (?).
ança: olkadar, orütbe. — So viel, so sehr.
ançılayın: anın gibi. ancınan. — Wie er, auf gleiche Art.
andağ: orada-ki. — Der dortige.
andak (andağ): öyle, o mertebe, o derece. — So, so sehr, in solchem Maasse.
andcan: Firgana kitâsında meşhur bir belede ismi dir, nam-i kadimesi adak dir. — Name einer berühmten Stadt im Bezirke Firgana, früher adak genannt.
and h uy: Afganistan kitâsında Herata karib bir şehir ismi dir. — Name einer Stadt in der Nahe von Herat (Afganistan).
andız (atız): çalılık, tarla, ve berçe yer. — Dornhecke, Acker.
anga: ona; | angaça: ona kadar, ol vakita kadar. — Ihm; bis zu ihm, bis zu jener Zeit.
anglak (inglak): zevk; zekyavet, idrak, tefhim, firaset. — Genuss; Scharfsinn, Verständniss, Erklärung,
anglamak: idrak, teferrrüs, fehm etmek, h atira getirmek, yadlamak. — Einsehen, beurtheilen, verstehen. | anglatmak: tefhim, tâlim, şarh-u beyan etmek. — Erklären, deutlich machen.
angmak: zihine getirmek, zikr, tezekkür ve yad etmek. — Ins Gedächtniss rufen, erwähnen.
angsız: akilsiz, müdrikesiz; bagteten. — Unvernünftig; plötzlich.
angsızın: tesavvurde yoğiken bagteten zuhur etmek. — Plötzlich erscheinen.
anık: derk, fehm, akil, zihn, mudrike. — Begreifen, Auffassung, Verstand,
ankara: okun ucu; bir memleket ismi. — Pfeilspitze; Ortsname.
anlidur: öylenin ikincisi olan namaz, asr-i evvel. — Zweites Gebet nach Mittag; Zeitalter.
ant: and, kasem, ahd-i peyman, sükende. — Schwur, Eid, Vertrag, Bund. | ant içmak: ahd-i peyman etmek, yemin ve sükende etmek. — Einen Bund schliessen, schwören.
antlaşmak: ahdlaşmak, muahede etmek. — Sich verschwören, ein Bündniss schliessen.
anuk: vuhuş yaurusu ve tanası. — Junges oder Kalb eines wilden Thieres.
ap: ansızın, birden bire, bagteten gibi. — Plötzlich, auf einmal.
ap: edat-i têkid-u mebalige dir, | apağ: büsbütün beyaz, parlak. — Verdoppelungszeichen. Ganz weiss.
apa (epe): büyük hemşire, abla. — Altere Schwester, Frau.
apak: ziyadesile ak ve beyaz; apakine: çokçe ve güzelce beyaz. — Allzu weiss, sehr weiss, schön weiss.
apak - çapak: sulh-u salah, tecdid-i munasibet, kalevvel, barışık. — Friede, Eintracht.
aparmak: götürü vermek, aşırmak, alup varmak, girizan etdirmek. — Fortbringen, durchgeben, fliehen lassen.
apkin: sisam yağının siyah tortusu. — Schwarze Hefe des Susamöls.
ara: orta, meyan, hengyam, esna, mabeyn. — Mitte, Zwischenraum, Zeitraum, zwischen. | araliğ: aralı, aralanmış, vasita, fasla, meyane, musafe, dar yol; ara mânâsında da h i mustâmel dir. — Zwischenzeit, Vermittelung, Entfernung; enger Weg.
arabek: nisa tayfesinin burunlarına geçirdikleri halka dir. — Ein durch die Nase der Frauen geführter Ring.
arayıcı: cuyende, mutellaşi. — Der suchende, verschwindende. | arayıcı yılduz: farkadan yıldızları, deb asgerin iki parlak yıldızları dir, ki bunlara bâzen, ak at' ve 'boz at' da h i denilir. — Carnevalsterne, zwei glänzende Sterne des kleinen Bären; auch 'ak at' und 'boz at' genannt.
aral: araları yakın adalar, ada; bir kabile ismi dir. — Nahe an einander liegende Inseln; Name eines Stammes.
aral tingizi: cihun ile sihunin munsab olduğu Harezm kitâsında-ki cesim göl. Aral denizi. — Ein grosser See an der Mündung des Dsihun und Sihun bei Harezm. Aralsee.
aralamak: ara edüp ayırmak, aralık etmek, tefrik ve cida etmek. — Zertheilen, scheiden. | aralaş: karmakarış. piç der piç, ma h lut. — Mischmasch, verflochten.
aralaşmak: karışmak, girişmek, kendisini ortaya atmak, seyr gelişmek. — Sich mischen, dazwischen treten.
aran: ağıl, a h or, kuş ve şikyar hayvanlarının rehgüzarlarında konulan ve çakılan si h ve kazıklar. Havası mutedil yer. — Stall; ein als Zufluchtsort für Vögel und Jagdthiere aufgestellter Spiess; Ort mit milder Luft.
araol: hengyam-i seferde ordu pişdari, taliye, kılağuz, sipah. — Vorhut eines Heeres während des Marsches, Vorposten, Reiter.
arbağ: yılanı kovuğundan çıkarmak içün ve ya h od ısırdığı yere zehirin sirayetini men etmek üzere okudukları afsune denilir. tirnek, efsun, hizbe, efsa. — Zauberspruch um die Schlange aus ihrer Höhle zu locken und die Verbreitung des Giftes an der gebissenen Stelle zu verhindern; Abschnitt des Korans; Zauberer.
arbağcı: efsunker, sahir. — Zauberer, Beschwörer.
arbamak: efsun okumak, hizbe etmek, nasihat ve pend vermek. — Zauberspruch sagen, guten Rath geben.
ard (art): sırt, zahr, puşt, arka, taht. — Rücken, Stütze, das Unten. | ardlaşmak: ard, arda, ata binmek, yol gitmek. — Sich auf den Rücken eines Thieres oder Pferdes setzen, reiten.
arduc: ars 'ar'ar, ardıc. — Wachholderstrauch.
arğamak: sarmak, argaclamak. — Umhüllen, einschiessen.
arı: zenbur; temiz, pak, saf; beli. — Biene; rein, klar; ja.
arığ (arık): cedvel, h ark; zaif, zebun, düşkün, saf, pakize, muberra, tahir. — Linie, Spalte; schwach, befreit, rein. | arığlıg: teharet, nezafet, nuzhet, zaifiyet. — Reinheit, Schwäche. | arığlığ su: bir cedvellik su.
arığmak: zebun, argın olmak. — Nachgeben. | arığlamak: zaif ve lager olmak, zebunlaşmak. — Schwach und mager werden.
arık: orak, turpan. — Ernte.
arımak: temizlenmek, pakize olmak, h astalıkdan şifayab olmak. — Reinigen, putzen, von einer Krankheit genesen. | arınmak: yıkanmak, temizlenmek, tebriye etmek. — Sich waschen, reinigen. | arılmak: şifayab olmak, h astalıkdan kalkmak. — Genesen. | arıtmak: temizletmek, tathir, tenzif etmek, kaldırmak. — Rein machen.
arkalanmak: zahir, hami bulmak, tekye etmek, himaye bulmak. — Unterstützung finden, sich auf etwas stützen.
armağan: hediye, peşkeş, töhfe, yadigyar, bergüzar. — Geschenk, Wohlthat, Andenken.
armak: zaif, natuvan, h asta olmak. — Schwach oder krank sein.
arpa: ince, barik, arpa, şair, ilm, Arpa h an bin Menku h an. — Schwach, fein; Gerste.
arparğan: arpaya şebih bir nebat ismi dir, sumetre da h i derler. — Name einer gerstenähnlichen Pflanze.
art: geçid, dar yol, ard, ta h t. — Uebergangsort, schmaler Weg, Hintertheil, das Unten.
artamak (artanmak): aşmak, tecavuz etmek, kat-i munazil, vati mekyan etmek. — Besteigen, übertreten.
artılmak: öteye beriye koşmak, kalkmak, sendelemek. — Hin-und herlaufen, aufstehen.
artmak: yük, denk, bar. — Last, Gleichgewicht.
artmak: tahmil etmek, yükletmek, efzun ve zaid olmak, ardına sırtına koymak, fazla gelmek, baki kalmak. — Beladen, vermehren, auf den Rücken legen; übrig bleiben.
artuk: fazla, artık, aza-yi bedende ziyade bir uzv bulunmak. — Ueberrest, des Uebrige. | artuksı: artığı, fazlası, ziyadesi. — Der Rest, das Überbleibsel.
artukmac: kendi nevi ve cinsinde kiymetde bir az ziade takdir olunan şey. — Ein in seiner Art überschätztes Ding.
arturmak: tezyid ve tevfir ve teksir etmek. — Vermehren, vergrössern.
as: kakum; Sibirye tarafında bir vilayet ismi dir, deyirmen mânâsına da h i gelir, âs lafzı emr dir, as demek dir. — Glanz; Ortsname in Sibirien; auch in der Bedeutung 'Muhle' gebräuchlich.
as: kara sevda illeti, mali h ulya. — Schwermuth.
as: koku, rayha, utr, nekhet. — Geruch, wohlriechende Essenz.
asabkur: kuzu kızartması. — Geröstetes Lamm.
asa koymak: sallandırmak, asılı brakmak. — Schwenken, hängen lassen.
asau: mütevahiş, ram olmayan at. — Wüthend; ein störriges Pferd.
ascim: tayfe-i üzbekiye içinde bir kabile ismi dir. — Name eines Uzbegstammes.
asığ: nefi, fayde, temettü, tücaret. — Nutzen, Vortheil, Handel. | asığlığ: kyarlı, menfâtlı, faydeli. — Nützlich, vortheilhaft. | asığlanmak: kyar, intifa, tücaret etmek. — Arbeiten, Vortheil haben.
âsir: hareket-i kesre. — Der Vocal Kesre.
asrar: eyi, âla, güzel, benek, raz. — Schön; Sprenkel.
ast: alt, zirin, pest. — Das Untere; niedrig.
astiğ: askı, kadınların saçlarına takdıkları ziynet, ovuk, kulak küpesi. — Herabhängender Zierrath, Schmuck, Ohrgehänge.
astın: peşin, tahtani, süfla, alt, hareket-i kesre. — Letzt, niedrig; der Vocal Kesre.
aş: tâm, gida, ve pilava da h i denilir. — Speise, Nahrung, auch für Pilaf gebräuchlich.
aşaş: müciz, ve mütesaddi adam, şilkin. — Übernatürlicher, unternehmender Mensch.
aşam (aşame): tabaka, mertebe; ekl-u şarab, pirinc halimi. — Ordnung, Grad; Essen und Trinken.
aşarı: pek çok, pek ziyade. — Sehr viel, zu viel.
aşatmak: yedirmek, etâm etmek, okulmak; aşamak iza. — Ernähren, jemanden speisen.
aşıtmak: okulmak, sahk etmek, sürmek. — Zerreiben, ziehen; treiben.
aşlamak: etâm etmek, yemek vermek. — Zu essen geben. | aşlatmak: etâm etmek, aş ve tâm yedirmek, ağac aşılmak, peyvend. — Ernähren; hinaufsteigen; verbunden.
aşlar: hayvanlara su vermek üzere koyuların yanı başına konulan taş. — Ein zum tränken der Thiere am Brunnen befindlicher Stein.
aşlıg: mekulat, havaic, levazim, za h ire. — Lebensmittel, Bedürfnis. | aşlığçi: erzak mültezimi, za h ire müteahidi, ordu vekilharcı. — Lebensmittel-Pächter, Verwalter des Heeres.
aşpiman: Türkistan'da bir kariye ismidir. — Name eines Dorfes in Turkestan.
aşukluğ: diz kapağı, diz ağırsakı. — Kniescheibe,
aşukmak (aşaumak): acele ve şitab etmek. — Eilen. | aşukturmak: tacil etmek. — Sich beeilen.
aşule: türkü ve şarki gibi bir savt ve nagmenin ismi dir. — Name einer in Volksliedern vorkommenden Melodie.
at: feres, esb; ad, nam, şöhret. — Pferd; Name, Ruf. | at boğzu: at yemi. — Futter. | at kulağı: marul manend bir nevi gyah ismi dir. — Name eines marulartigen Grases.
ata: peder, valid, baba, musinn, i h tiar, muhterem adam, seyid ata ve peder ata gibi. — Vater, alt, ein geehrter Mann.
atabek: padişah lalasi, murebbi, naziri devlet; asiya-i vastada büyük bir rütbe dir. — Erzieher des Padischahs, Staatsminister; eine hohe Wurde in Mittelasien.
atağ: namzed, ahd olunan şey, menzur, nezr, vâd, hisse, kismet. — Verlobt; Vertrag, geweiht, Gelübde, Versprechen, Theil, Schicksal. | atığlığ: adaklı, yavuklu, namzed olmuş kız, tenzir edilmiş şey. — Verlobte. Braut.
atağlamak: peyman-u nezr ve vâd etmek, nişanlamak. — Einen Vertrag schliessen, versprechen, verloben. | atağlanmak: ittisam olmak, nişanlanmak, menzur olmak. — Sich verloben, geweiht werden.
atala: bulamac aşı, harire. — Breisuppe; heiss.
atalık (atalığ): babalık, ubuvet, murebbi, peder makamında, padişahın tuttuğu ve peder gibi îtimad etdiyi adam. Türkistanda bir rütbe dir. Atalig ehalinin ve dadını istimâ ederek padişaha teblig ve arz etmeye ve babalık sıfatile muşfikane hal-u keyfiyetlerinden agyah ve h aberdar olmağa memur dur. — Vaterschaft, Erzieher, an Vaters Stelle, von Padischah als Vater betrachteter Mann. Eine Rangstufe in Turkestan.
atalınlığ: adaklı, namzed, menzur, yavuklu. — Verlobt, geweiht.
atamak: ad komak, talkib-u vaz-i ism etmek, nişanlamak. — Jemanden benennen, Namen geben, bezeichnen.
atar tutar: şiddet, hiddet, debdebe, zorbalık, redd-u bedel; top edvatindan bir alet ismi dir. — Heftigkeit, Lärm, Aufruhr; Name eines kanonenähnlichen Schiesszeuges.
ataş: adaş, semiy, hemnam. — Gleichnamig.
ateklu: adlı, benam, meşhur. — Berühmt.
atğı (atkı): kolan, mekik, ağıl. maku. — Eselsfüllen. (?)
atğucı: tüfenk ve sabkan ve sapan ve keman ve fela h an endaz ve nişancı. — Büchsenschütze, Standartenträger, Schleuderer,
atğulamak: tir endazlık etmek, arma etmek. — Mit Pfeilen schiessen. | atğulanmak: muda h ele ve tearruz etmek, atılmak. — Sich einmischen, angreifen.
atğunca: sacadik, tasihir (?).
atığ: sütü ve yoğurdu içine atarak çalkadıkları küçük yayık ve köpü. — Gefäss, im welchen die Milch oder Jogurt gerüttelt wird.
atıkmak: kesb-u iştihar etmek, nam ve şöhret kazanmak. — Berühmt werden, sich einen Ruf erwerben.
atil: rusiyede vaki Volga nehri. — Volga - Fluss in Russland.
atım: menzil, bir ok atımı gibi yer, mûtad. — Absteigeort. Herkommen; ein Ort auf Pfeilschussweite.
atış - tutuş: atar dutar, redd-u bedel, gir-u dar. — Handgemenge; Wortstreit.
atışlig: tir endazlıkda mahir. — Im Pfeilschiessen geübt.
atız: tarla kitâsı, mezrâ, gölçe. — Theil eines Ackerfeldes; Unkraut.
atkamak: kirât ve telavet etmek, bir şeyi ezberden okumak. — Lesen, auswendig hersagen.
atke (etake): atalık, babalık; asiya-i vastada bir rütbe dir. — Vaterschaft; Rangstufe in Mittelasien. | atkelik: hükumet, derebegi, riyaset. — Herrschaft, hohes Amt.
atkımak: alkışlanmak. — Begrüssen. | atıkmak: h ayr-u dua ve alkış etmek. — Glückwünschen, segnen.
atkulaş: harb, cidal, muzarebe, remi. — Kampf, Streit, Schlägerei.
atlamak: sıçramak, ubur etmek, yerinden birden bire kalkmak; tesmiye etmek, ad komak. — Springen, übergehen; einen Namen geben. | atlanmak: ata binmek, sefere çıkmak, düşmen üzerine asker sevk etmek; ad-u nam kazanmak, şöhret peyda etmek, mersum olmak. — Ein Pferd besteigen, dem Feinde entgegen ziehen, berühmt werden.
atlanır ayağı: sefere giderken at üzerinde içilen şarab ve gayr nesne. — Ein Getränk, welches unterwegs im Sattel getrun ken wird.
atlığ: adlı, meşhur, namdar, nevsum; atlı, suvari. — Berühmt, betitelt; Reiter,
atmaca: doğana muşabih bir nevi şikyar kuşu, başa; bir nevi top oyunu. — Ein falkenähnlicher Jagdvogel; eine Art Ballspiel.
atmak: arma ve enda h t etmek; şefak sökmek, tang atmak. — Schleudern; dämmern, tagen.
atsız: Yafis hafidlerinden ve tatar h anın büyük oğlu ve h arezmin bir hükümdarı ismi dir; adsız, bi nam-u nişan. — Name eines Nachkommens des Jafis und des Sohnes des Tatarchans; Namenlos.
aul: Ilatın cemiyetle mesken eyledikleri mahal, kariye. — Ein Wohnort des Ilatstammes; Dorf.
av: sayd, şikyar, bir av; bir nefer, bir şa h s, birisi. — Jagd, Eine Person, Einer.
avlak: şikyargyah, saydgyah. — Jagdort.
azağlak: dere otun kokusu, celecan. — Duft eines Grases (Anis); Koriandersamen.
azalmak: taklil ve tenakis etmek, kesilmek. — Verkleinern, verringern. | azaltmak: tenzil, tenkis, taklil etmek. — Sich verkleinern, sich vermindern.
azarğanmak: az saymak, hakir tutmak, az görmek. — Geringschatzen, verachten.
azgine (azkine): cüzüce, cüzü, azcık. — Ein klein wenig.
azğaşmak: yoldan şaşmak, azmak. — Sich verirren, ausschreiten.
azğıç: azlık, şekavet, tarik-i sevabdan udul etmeklik; bir nevi sarmaşık nebat. — Bosheit, das Abweichen vom rechten Wege; Eine Pflanzenart.
azğun: âsi, serkeş, gümrah, hadid, tugyan, şer. — Sünder, widerspänstig, verirrt, heftig. übel. | azğunlığ: gümrahlık, yaramazlık, haşerilik. — Gottlosigkeit, Ausgelassenheit. | azğunlaşmak: azgınlık etmek. — Ausschreiten.
azğurmak: azdırmak, haddan geçirmek, igva etmek, başdan çıkarmak. — Verlocken, verführen, irre führen.
azikmak: azmak, yolu kayb edüp serseri gezüp dolaşmak. — Ausarten, sich verirren.
azlığ: nidret, killet, azlık. — Seltenheit, Wenigkeit.
azmak: başdan çıkmak, yoldan şaşmak, isyan-i şekavet etmek, gümrah olmak, tahit ve lager olmak. — Ausarten, irre gehen, sich verirren. | azmaşmak: azışmak, yolu kayb etmek, kendi bildiyine gitmek. — Den Weg verfehlen, seinen eigenen Weg gehn.
B
Bab: yümn, sâdet, fâl, h ayr, münasib-u niku; asitane, mürad, kapu, dervaze ve işik, cihet. — Heil, Glück, Vorzeichen; Schwelle, Thor; Seite.
baba: ata, cid, peder, ebu; deve. — Vater, Ahn; Kameel.
babay: zülf, zülf-ü pürçin; tabdar, piçide, ukda. — Locke, lockenfaltig; glänzend, verwickelt, Knoten,
babir: deniz kaplanı gibi bir siba dir; pek eski, köhnemiş, pek büyük, atik ve azim; beber. — Ein dem See-Tieger ähnliches Thier, Leopard; sehr alt, sehr gross.
baçın: çin hükumetinin payta h tı; meşhur Pekin şehri. — Hauptstadt des chinesischen Reiches, die berühmte Stadt Peking.
bac: gömrük, rusum, vergi, zekyat. — Zoll, Taxen, Steuer. | bacban: gömrükçi, zekyatçi, rusumat naziri. — Zolleinnehmer.
Дата добавления: 2015-07-12; просмотров: 113 | Нарушение авторских прав
<== предыдущая страница | | | следующая страница ==> |
FRANKLIN-TÁRSULAT NYOMDÁJÁ. 1 страница | | | FRANKLIN-TÁRSULAT NYOMDÁJÁ. 3 страница |