Студопедия
Случайная страница | ТОМ-1 | ТОМ-2 | ТОМ-3
АрхитектураБиологияГеографияДругоеИностранные языки
ИнформатикаИсторияКультураЛитератураМатематика
МедицинаМеханикаОбразованиеОхрана трудаПедагогика
ПолитикаПравоПрограммированиеПсихологияРелигия
СоциологияСпортСтроительствоФизикаФилософия
ФинансыХимияЭкологияЭкономикаЭлектроника

Orhan Pamuk 33 страница

Orhan Pamuk 22 страница | Orhan Pamuk 23 страница | Orhan Pamuk 24 страница | Orhan Pamuk 25 страница | Orhan Pamuk 26 страница | Orhan Pamuk 27 страница | Orhan Pamuk 28 страница | Orhan Pamuk 29 страница | Orhan Pamuk 30 страница | Orhan Pamuk 31 страница |


Читайте также:
  1. 1 страница
  2. 1 страница
  3. 1 страница
  4. 1 страница
  5. 1 страница
  6. 1 страница
  7. 1 страница

şey değildir. Kaçırdığını düşünürler, dedikodu ederler."

 

"Her şeyi söyleyebilirsin onlara," dedim. "Onlar gibi budala olmamak için zaten

her şeyi bırakmak istiyorum."

 

"Hayır, öyle yapmayacaksın," dedi annem. "Çocukken de en sonunda eline

çantam alır, tıpış tıpış okuluna giderdin."

 

"Mimar olmak istemediğimi anladım artık."

 

"Iki yıl daha oku, bir üniversite diploması edin oğlum, sonra istersen mimar

olursun, istersen ressam."

 

"Hayır."

 

"Biliyor musun, Nurcihan mimarlığı bırakman hakkında ne diyor," dedi annem,

çok iyi hissettiğim bir can yakma isteğiyle. "Babanla kavgalarımız seni sarstığı

için bu kadar öfkeli olduğunu, babanın çapkınlıkları yüzünden de okula

gitmediğini söylüyor Nurcihan."

 

"Senin o kuşbeyinli sosyete arkadaşlarının benim hakkımda ne düşündüğü

umurumda değil!" dedim öfkeden çıldırır gibi. Her seferinde olduğu gibi şaşırtıcı

olan şey, annemin beni kızdıracak bir laf etmekten hoşlandığını bilmeme

rağmen, avlanarak, kendi girdiğim oyunun sonunda tuzağa düşüp hakiki bir

öfkenin içinde kendimi kaybetmemdi.

 

"Çok gururlusun oğlum," dedi annem. "Ama hoşuma gidiyor bu halin. Çünkü

hayatta önemli olan şey sanat manat değil, aslında gurur. Pek çok insan gururlu

ve mağrur oldukları için Avrupa'da sanatçı oluyor. Çünkü orada sanatçıya

muslukçu, zanaatkar gibi değil, çok özel biriymiş gibi davranıyorlar. Ama sen,

burada hem ressam olup hem de aynı gurura sahip olabilecek misin? Resimlerini

bu işlerden hiç anlamayan bu insanlara kabul ettirebilmek, satabilmek için

devlete, zenginlere, daha da kötüsü, cahil gazetecilere yaltaklanmak zorunda

kalacaksın. Yapabilecek misin bunları?"

 

Öfkemin, hiddetimin içinde beni kendimin dışına atan başdöndürücü bir

hayatiyet hissettim; derinliği bana bile hala şaşırtıcı gelen bir hırs duyuyor,

evden çıkıp sokaklarda koşmak istiyordum. Aynı anda annemle birkaç dakika

daha, tuhaf bir yok etme, isyan etme, acı verme ve acı çekme azmiyle ağız

kavgasına tutuşacağımı, daha sonra, en şiddetli sözleri ettikten sonra kapıyı

vurup kirli, karanlık gecenin içine çıkıp, arka sokaklara koşacağımı biliyordum.

 

Bacaklarım beni kırık dökük kaldırımlı, sönük ya da solgun lambalı, parke taşı

kaplı, dar ve hüzünlü sokaklara götürecek, oralarda bu kederli, pis ve yoksul

yerlere ait olmanın sapık mutluluğuyla ve bir gün büyük bir şey yapma azmi ve

hayalleriyle uzun uzun yürüyecek ve gözlerimin önünden oyun oynar gibi geçen

resimlere, kurgulara, hayallere, sefil ama hırslı olma mutluluğuyla bakacaktım.

 

"Flaubert de bütün hayatı boyunca annesiyle bir evde oturmuş!" diye devam etti

annem kağıtlarını dikkatle açarken, beni daha da öfkelendiren yarı şefkatli, yarı

küçümseyici bir havayla. "Ama senin bütün hayatını benimle aynı evde

pinekleyerek geçirmeni istemem. Orası Fransa. Büyük sanatçı deyince akan

sular durur. Burada ise okulunu bırakıp, bütün hayatını annesinin karşısında

geçiren ressam sonunda ya tımarhanelik olur ya meyhanelik. Yalnızca bir

ressam olmaya çalışırsan mutsuz olursun, biliyorsun bunu. Bir mesleğin, sana

güven verecek, para kazandıracak bir işin olursa, inan bana, resim yapmaktan

da daha çok zevk alacaksın."

 

Mutsuzluk, öfke ve keder anlarında niye gece yarısı şehir sokaklarında

yürüyeceğimi hayal etmekten hoşlanıyordum? Niye Istanbul'un turistlerin

sevdiği, kartpostallara basılan o günlük güneşlik manzaralarını değil de yarı

karanlık arka sokaklarım, akşamüstlerini, soğuk kış gecelerini, solgun sokak

lambalarının ışığı altında hayal meyal seçilen yarı gölge insanlarını ve artık

herkesin unutmakta olduğu parke taşlı manzaralarını ve tenhalığını

seviyordum?

 

"Mimar olmazsan, başka bir iş kurup para kazanmazsan zenginlerin, güçlülerin

eline bakarak yaşayan o zavallı Türk sanatçıları gibi kompleksli, huzursuz biri

olursun, anlıyor musun oğlum. Sen de biliyorsun ki, hiç kimse bu ülkede yaptığı

resimlerle geçinemez. Sürünürsün, küçümsenirsin, aşağılanırsın ve bütün

hayatın kompleksler, huzursuzluklar ve alınganlıklarla geçer. Yakışır mı bunlar

senin gibi akıllı, güzel, içi hayat dolu birine?"

 

Beşiktaş'a inince, dolmuşa binmek yerine, Dolmabahçe Sarayı'nın duvarı

boyunca stadyuma kadar yürürüm, diye kuruyordum içimden. En azından yirmi

metre yüksekliğindeki, taşları yosun tutmuş, kararmış, kalın ve eski saray

duvarı boyunca çınar ağaçlarının arkasında geceleri yürümekten hoşlanıyordum.

Öfke anlarında alnımda atışları şiddetlenen damar gibi içimde büyüyen enerjiyi

Dolmabahçe'de hissedersem, on iki dakikada yokuş yukarı Taksim'e çıkarım,

dedim kendi kendime.

 

"Çocukken, en kötü günümüzde bile, her zaman gülümseyen, neşeli, sevimli,

iyimser, ne şeker bir çocuktun. Seni her gören gülümserdi. Yalnız sevimli

olduğun için değil, kötülük, kötümserlik nedir bilmeyen, canı hiç sıkılmayan, en

fena zamanda kendi kendine hayaller kurup mutlulukla oynamayı bilen, iyimser

bir çocuk olduğun için de. Böyle birinin, zenginlerin eline bakan, mutsuz, dertli

bir sanatçı olmasına, annen olmasaydım bile razı olamazdım. Bu yüzden bu

dediklerime hiç alınmamanı, beni dikkatle dinlemeni istiyorum."

 

Taksim'e çıkarken Galata'nın ışıklar içindeki yarı karanlık manzarasına bir

bakış atacak, sonra Beyoğlu'na çıkacak, Istiklal Caddesi'nin girişindeki kitap

tezgahlarında üç-beş dakika oyalanacak, sonra açık televizyonun ve içerideki

kalabalığın gürültüsüyle inleyen birahanelerin birinde votkalı bir bira içerken,

içerideki herkes gibi sigara tüttürecek (etrafta ünlü bir şair, yazar, sanatçı var

mı diye bakınacak) bütün bu bıyıklı erkek kalabalığının içinde meraklı ve tek

başına (ve çocuk yüzlü) bir genç olmamın dikkatleri çektiğini hissedince kapıdan

çıkıp gecenin içine karışacaktım.

 

Anacaddede biraz yürüdükten sonra Beyoğlu'nun arka sokaklarında,

Çukurcuma'da, Galata'da, Cihangir'de, ıslak kaldırımlarda yansıyan sokak

lambalarının ve televizyonların ışıklarım seyrederek arada bir durup, bir eskici

dükkanının, sıradan bir bakkalın vitrin olarak kullandığı buzdolabının ya da

çocukluğumdan kalma bir reklam mankenini hala sergileyen bir eczanenin

vitrinine bakarken aslında ne kadar da mutlu olduğumu farkedecektim.

 

Şimdi evde annemi dinlerken içimde hissettiğim başdöndürücü, güzel ve saf öfke,

bir saat sonra Beyoğlu'nun arka sokaklarında -yoksa Üsküdar'ın ya da Fatih'in

arka sokaklarına mı gitseydim-üşüyerek yürürken bütün geleceğimi ışıl ışıl

parlatan bir hırsa dönüşecekti. O zaman biradan ve uzun uzun yürümekten

hafifçe sersemlemiş kafamda şehrin kirli, karanlık ve hüzünlü sokaklarının çok

sevdiğim eski bir film gibi titreştiğini hissetmek beni öylesine mutlu edecekti ki,

bu harika anları saptamak, saklamak -tıpkı çok sevdiğim bir meyveyi ya da

küçük bilyeyi ağzıma alıp saatlerce orada saklamak gibi bir duyguydu bu- boş

sokaklardan eve dönüp, masama oturup kağıt-kalemle birşeyler yazıp çizmek

isteyecektim.

 

"Şu duvardaki resmi babanla evlendiğimizde Nerminler hediye ettiler bize. Onlar

evlenince biz de onlara hediye almak için babanla ünlü ressamın evine gittik.

Türkiye'nin en ünlü ressamının, resim almak için kapısını birileri en sonunda

çaldı diye ne kadar sevindiğini, bu sevincini gizlemek için ne pozlar yaptığını ve

biz elimizde resim çıkarken yerlere kadar eğilip nasıl temennalarla selamlar

verdiğini görseydin, bu ülkede ressamdı, sanatçıydı hiç olmak istemezdin oğlum.

Bu yüzden bu insanlardan, oğlumun ressam olmak için okuldan kaçtığını

saklıyorum.

 

Boş kafalı dediğin o insanlar bir gün satın alsınlar diye resim yapabilmek için

senin bütün hayatını, geleceğini karartıp okulu bıraktığını öğrenirlerse, babanı

ve beni küçümseme zevki için, bahşiş verir gibi bir-iki resim satın alırlar senden,

belki acırlar, biraz para da verirler. Ama asla bir sanatçıya kızlarını vermezler.

 

Resmini yaptığın o şeker kızın babası, kızının sana aşık olduğunu öğrenir

öğrenmez onu niye apar topar hemen Isviçre'ye yolladı sanıyorsun? Bu fakir

ülkede, bu iradesiz, zayıf ve cahil insanlar arasında, ezilmeden hak ettiğin gibi

yaşayabilmen için kendi işin, zenginliğin olmalı ki, başını dik tutabilesin.

Mimarlığı sakın bırakma oğlum, yazık olur sana. Ikide bir sözünü ettiğin o Le

Corbusier, bak ressam olmak istemiş, ama mimarlık da okumuş."

Beyoğlu'nun sokakları, karanlık köşeleri, kaçma isteği ve suçluluk duygularıyla

kafamın içinde, neon lambaları gibi yanıp sönüyordu. Bazı öfke ve aşırı duyarlık

anlarında hissettiğim gibi, şehrin bütün o sevdiğim yarı karanlık, yarı çekici,

kirli ve kötücül sokakları içindeki kaçılacak ikinci dünyanın yerini çoktan

almışlardı. Annemle o akşam aramızda bir kavga çıkmayacağını, az sonra kapıyı

açıp beni teselli edecek sokaklara kaçacağımı ve uzun uzun yürüdükten sonra

gece yarısı eve dönüp bu sokakların havasından ve kimyasından birşeyler

çıkarmak için masama oturacağımı biliyordum.

"Ressam olmayacağım," dedim. "Yazar olacağım ben."

2002-2003

ARKA KAPAK

"Ruhumdaki bu kırılmayı hissediyor, yaklaşan yalnızlığımdan telaşa kapılıyor,

içine düşmekte olduğum karanlığın bir hayat tarzı olmasından korkarak herkes

gibi olmaya karar veriyordum: On yedi-on sekiz yaşlarımda bir dönem herkesi

güldüren, her fırsatta şaka yapan, herkesle arkadaşça, hatta serserice iyi geçinen

bir cemaat adamı gibi gözükmeyi başardım... Herkesin kafayı fazla takmadan

yaptığı şeyleri yapabilmek için niye benim dişimi sıkmam, gayret etmem, sonra

da poz yaptığım için kendimden nefret etmem gerekiyordu?"

Pamuk çocukluk ve gençliğini anlatıyor...

Yazarın kendini "ben" olarak ilk hissedişinden, annesine, babasına, ailesine

yönelen hikaye, bir hüzün ve mutluluk kaynağı olarak Istanbul sokaklarına

açılıyor. Günümüzün büyük romancısının gözünden 1950'lerin Istanbul sokaklarım,

parke taşı kaplı caddeleri, yanıp yıkılan ahşap konakları, eski bir

kültürün yok oluşuyla, onun külleri ve yıkıntıları arasından bir yenisinin

doğuşunun zorluklarını keşfederken Pamuk'un ruhsal dünyasının oluşumunu bir

dedektif romanı okur gibi hızla izliyoruz... Bu özgün ve benzersiz eserde, okurken

elden bırakamadığımız kitaplara has o ruh ve duygu birliği var.

Orhan Pamuk'un, Ara Güler başta olmak üzere Istanbul'un büyük

fotoğrafçılarının çektiği on binlerce kareden ve kendi kişisel albümünden seçtiği

fotoğraflar hikayeye eşlik ediyor.


Дата добавления: 2015-07-12; просмотров: 58 | Нарушение авторских прав


<== предыдущая страница | следующая страница ==>
Orhan Pamuk 32 страница| CONTENTS

mybiblioteka.su - 2015-2024 год. (0.037 сек.)