Студопедия
Случайная страница | ТОМ-1 | ТОМ-2 | ТОМ-3
АрхитектураБиологияГеографияДругоеИностранные языки
ИнформатикаИсторияКультураЛитератураМатематика
МедицинаМеханикаОбразованиеОхрана трудаПедагогика
ПолитикаПравоПрограммированиеПсихологияРелигия
СоциологияСпортСтроительствоФизикаФилософия
ФинансыХимияЭкологияЭкономикаЭлектроника

Orhan Pamuk 6 страница

Orhan Pamuk 1 страница | Orhan Pamuk 2 страница | Orhan Pamuk 3 страница | Orhan Pamuk 4 страница | Orhan Pamuk 8 страница | Orhan Pamuk 9 страница | Orhan Pamuk 10 страница | Orhan Pamuk 11 страница | Orhan Pamuk 12 страница | Orhan Pamuk 13 страница |


Читайте также:
  1. 1 страница
  2. 1 страница
  3. 1 страница
  4. 1 страница
  5. 1 страница
  6. 1 страница
  7. 1 страница

de vermeye başladı. Eski dalyanların yokoluşundan, bir dalyanın ağlarla

balıklara kurulan bir çeşit kapan olduğunu babamın nasıl anlattığından,

sandalıyla yalı yalı gezerek şehre meyve satan satıcı kayıklarından, annemle

gittiğimiz Boğaz plajlarından, Boğaz'da yüzmenin zevklerinden, tek tek kapanan,

terkedilen, daha sonra da lüks bir lokantaya çevrilen Boğaz iskelelerinden, bu

iskelelerin yanında sandallarını çeken balıkçılardan, onların sandalıyla bir

küçük gezinti yapmanın imkansız olduğundan artık ben de söz etmekten

hoşlanıyorum. Ama Boğaz'ı benim için Boğaz yapan şey, gene de hala

çocukluğumdakinin aynısı: Insana sağlık veren, iyileştiren, şehri ve hayatı

ayakta tutan bitmez tükenmez bir iyilik ve iyimserlik kaynağıdır benim için Boğaz.

"Hayat o kadar berbat olamaz," diye düşünürüm bazan. "Ne de olsa, sonunda

insan Boğaz'da bir yürüyüşe çıkabilir."

MELLING'IN BOĞAZ MANZARALARI

Boğaz manzaralarını konu edinen bütün Batılı ressamlar içerisinde görmenin ve

seyretmenin zevklerini bana en çok tattıranı ve bana en inandırıcı geleni

Melling'dir. Ressamın 1819'da basılan ve adı bile bana şiirsel gelen Voı/age

pittoresque de Constantinople et deş rives dıı Bosphore (Istanbul'da ve Boğaz

Sahillerinde Pitoresk Bir Seyahat) adlı kitabının yarım boy edisyonunun bir

tıpkıbasımını yayımcı-şair eniştem Şevket Rado 1969'da basmış, içimdeki resim

ateşinin alev alev yandığı günlerde bize hediye etmişti. Her bir köşesine

saatlerce, dikkatle bakacağım bu resimler, geçmişteki kusursuz Osmanlı-

Istanbul'un işte bu olduğu duygusunu verir bana.

 

Bu tatlı yanılsama, Melling'in bir mimar ve matematikçi titizliğiyle ince ince

işlediği ayrıntılarla kaynaşan suluboya-guaj resimlerinden çok, bu resimlerden

kendi denetiminde yapılmış gravürlerin siyah-beyaz çizgilerine bakarken içimde

uyanır. Hiç olmazsa geçmişin şahane olduğuna kendimi inandırmak istediğim

zamanlarda -ki Batı edebiyat ve sanatının gücüne fazla açık olmak insanı bazan

böyle bir Istanbul milliyetçiliğine itebilir- Melling gravürlerine bakmak tesellidir.

Bu teselliye, bu güzellik ve yapıların çoğunun yok olduğu duygusu hüzünle eşlik

eder. Öte yandan Melling'in resimlerini güzel yapan şeyin bu kayıp duygusu

olduğunu da mantığım bana aşırı heyecan anlarında hatırlatır. Belki biraz da

hüzünlenmek için bakarım o resimlere.

 

1763 doğumlu Antoine-Ignace Melling tam bir Avrupalı, soyunda Italyan ve

Fransız kanı olan bir Almandır. Karlsruhe'de Grandük Karl Friedrich'in

sarayında heykeltıraş olan babasının yanında heykelcilik öğrendikten sonra

Strasbourg'da amcasının yanında resim, mimari ve matematik okumuştu. On

dokuz yaşındayken o günlerde yavaş yavaş yükselmeye başlayan Doğu

romantizmi sonucu çıktığı bir yolculuk onu Istanbul'a getirmiş olmalı. Geldiği

gün şehirde on sekiz yıl kalacağını da hiç tahmin etmiyordu herhalde.

 

Melling Istanbul'da gitgide büyüyen bir kalabalığı barındıran, bugünkü

Beyoğlu'nun ilk çekirdeklerini taşıyan Pera bağlarında, kozmopolit bir sosyete

hayatını başlatan büyükelçilikler çevresinde dersler vermeye başladı ilkönce.

Danimarka'nın eski Istanbul maslahatgüzarı Baron de Hübsch'ün Büyükdere'de

inşa ettirdiği yalının bahçesini gezen III. Selim'in kızkardeşi Hatice Sultan,

kendisi de böyle bir bahçe yaptırmak isteyince genç Melling tavsiye edildi.

Melling padişah gibi Batı yeniliklerine açık kızkardeşine önce güller, akasyalar,

leylaklarla labirent biçiminde Batı tarzı bir bahçe düzenledi.

 

Daha sonra Hatice Sultan'ın Defterdarburnu'ndaki (bugünkü Ortaköy ile

Kuruçeşme arası) sarayına ek küçük bir köşk yaptı. Romancı Ahmet Hamdi

Tanpınar (1901-1962) bugün yok olan ve Melling'in resimlerinden tanıdığımız bu

sütunlu, neoklasik Avrupa tarzı yapının Boğaz'ın kimliğine uyduğunu, hatta

"karışık zevk" dediği şeyin yaratılmasında etkin olduğunu söyler. Melling III.

Selim'in yazlığı olan Beşiktaş Sarayı'na da aynı şekilde neoklasik ama Boğaz'ın

havasına tamamen saygılı ekler, iç düzenlemeler yaptı. Bir yandan da Hatice

Sultan için bugünkü anlamıyla bir sanat danışmanı ya da "iç dekoratör" olarak

işler yapıyordu. Onun için saksılar alıyor, nakışlı peçetelere inci işlenmesini

denetliyor, elçi karılarına Pazar günleri yalıyı gezdiriyor ya da cibinlik

hazırlıyordu.

 

Bütün bunları ikilinin birbirlerine yazdıkları ve bugün bir özel koleksiyonda

saklanan mektuplardan biliyoruz. Melling ile Hatice Sultan küçük bir

entelektüel keşif yapmış ve birbirlerine yazdıkları mektuplarda Atatürk'ün

1928'deki "Alfabe Devrimi"nden yüz otuz yıl önce Türkçeyi Latin alfabesiyle

yazmaya başlamışlardı. Bu mektuplar sayesinde o günlerde hatıra ve roman

yazma alışkanlığı olmayan Istanbul'da bir padişah kardeşinin aşağı yukarı nasıl

konuştuğunu da öğreniyoruz:

 

"Melling Kalfa, cibinlik ne gün gelecek? Aman yarın isterim... Hemen çalışasın,

göreyim seni... Pek tuhaf bir bıçak resmi... Istanbul resmi irsaldir, bu solmadı...

Sandalyeyi istemem beğenmedim. Yaldızlı sandalyeler isterim... Ipek az olsun,

sırması çok olsun. Gümüş çekmece için resim gördüm, lakin sakın yaptırma,

evvelki resim dursun, sakın bozma... Inci ve pul parasını Martedi (Salı) günü

veririm..." vs.

 

Latin harflerinden başka, biraz da Italyanca öğrendiği anlaşılan Hatice Sultan

Melling'e bu mektupları yazarken otuzuna daha gelmemişti. Erzurum Valisi olan

kocası Seyyid Ahmed Paşa çoğu zaman Istanbul'da değildi. Napolyon'un Mısır

seferi haberinin Istanbul'a geldiği, saray çevresinde Fransız karşıtı bir öfke

oluştuğu günlerde, Melling Cenovalı bir kızla evlendi ve aynı günlerde Hatice

Sultan'a yazdığı kederli mektuplarından da anlaşılacağı gibi bir neden

gösterilmeden gözden düştü:

"Efendim, kulları (ben) Cumartesi günü uşağımı gönderdim aylığı almaya...

demişler artık aylık yoktur... Efendimizden bu kadar iyilik görmüşken

inanmadım bu tembihi Efendimizin buyurduğuna... Zannederim bu lakırdı

kıskanmak lakırdısıdır, bakıyorlar ki Efendimiz kullarını seviyor... Şimdi kış

geliyor, Beyoğlu'na gideceğim, velakin nasıl gideceğim? Bir para yok. Evsahibi

kira istiyor, kömür odun, mutbak şeyleri lazım ve daha benim kızım çiçek

çıkarıyor, hekim 50 kuruş istiyor, nasıl ederim? Ne kadar kere yalvardım, ne

kadar yol ve kayık masrafı verdim, ve bir hayırlı cevap çıkmadı... Bir akçe elimde

yoktur yalvarırım... Efendim böyle bırakmayasınız, çok yalvarırım..."

 

Yalvardığı Hatice Sultan'dan bir cevap çıkmayınca Melling bir yandan Avrupa'ya

dönüş hazırlıklarına başlarken, bir yandan da kendisine para kazandıracak

işlere girişti. Padişaha yakınlığı yüzünden, yapmaya çok daha önceleri başlamış

olduğu ayrıntılı büyük resimlerini gravürlü bir kitap haline getirme düşüncesini

o sırada geliştirdi ve Fransa'nın Istanbul'daki maslahatgüzarı ünlü oryantalist

Pierre Rufin'in de yardımıyla Paris ile yazışmaya başladı. Melling'in 1802'de

Paris'e gidişinden sonra yayımlanması on yedi yıl sürecek (Melling artık elli altı

yaşındayken) ve Paris'te dönemin en ünlü gravürcülerinin üzerinde çalışacağı

kitabın ilk hazırlık aşamalarında, ressamın ayrıntıları bütün gerçekliğiyle,

olduğu gibi yansıtmada çok usta olduğu fikri vurgulanmıştı.

Bugün bu büyük kitabın kırk sekiz büyük gravürüne bakarken içimize ilk işleyen

şey gerçek ayrıntılara bu sadakat ve kesinliktir. Kayıp dünyanın manzaralarına

bakarken, Boğaz'ın ve Istanbul'un güzelliklerini huzurla seyredebilmek için aklın

istekle aradığı hakikat duygusunu Melling, mimari ayrıntılara keskin dikkati ve

perspektifin cilveleriyle hünerle oynamasıyla verir. Bu kırk sekiz tablo içerisinde

en hayali olan padişahın hareminin içini gösterir tablo bile, mimari bir kesit

olması, perspektifin "gotik" imkanlarının kullanılması ve harem kadınlarının

Batı'nın harem ve cinsellik fantezilerinden iyice uzak bir vakar ve zarafet ile işlenmesi

yüzünden, Istanbullu seyircide bile güçlü bir gerçeklik ve ciddiyet

duygusu uyandırır.

Resimlerinin akademik ve ciddi havasını Melling kenarlara köşelere yerleştirdiği

ayrıntıların insani yanıyla dengeler. Harem'in giriş katında, kenarda ayakta dururken

birbirlerine aşk ile sarılan, dudak dudağa yakınlaşan iki harem kadını

görürüz ama dönemin bu tür ayrıntılara meraklı başka Batılı ressamlarının

yaptığının tersine, Melling bu çifti ne abartır ne de yakınlıklarını dramlaştırarak

resmin merkezine çeker.

 

Melling'in Istanbul manzaralarının sanki bir merkezi yoktur. Belki de onun

Istanbul'una kendimi bu kadar yakın hissetmemin (ayrıntı ciddiyetinden sonra)

ikinci nedeni budur. Kitabın sonunda yer alan bir haritada Melling bu büyük 48

tablonun her birini Istanbul'un hangi köşesinden ve hangi açıyla görerek

resmettiğini bir topograf kesinliğiyle işaretlemiştir, ama resimler tıpkı Çin

ruloları gibi ya da kimi sinemaskop filmlerdeki kamera hareketleri gibi,

görüntünün bir merkezi ve sonu olmadığı duygusunu uyandırır bende. Melling

hiçbir resminin merkezine dramlaştırılmış insan figürleri de koymadığı için,

tıpkı çocukluğumda Boğaz'ı gezerken, bir koyun ardından bir başkası ortaya

çıktıkça ya da sahil boyunca ilerleyen yolun her kıvrımında manzara şaşırtıcı bir

açıyla değiştikçe hissettiğim gibi, bu kitabın sayfalarını çevirip siyah-beyaz

manzaralara baktıkça Istanbul'un merkezsiz ve sonsuz olduğu duygusu, bir

çocukluk masalı gibi içimde canlanır.

 

Melling'in Boğaz manzaralarına bakmak, çocukluğumda boş gördüğüm ve

üzerleri kırk yılda çirkin apartman bloklarıyla kaplandıkça, artık boş gördüğümü

de unuttuğum Boğaz tepelerini, yamaçları, vadileri, onları ilk gördüğüm

halleriyle görüp çocukluğumun manzaralarına dönebilme büyüsünü bana

yaşatmaz yalnızca, Boğaz'ın zamanda geriye gittikçe sayfa sayfa açılan güzel-

liklerinin arkasında cennet bir tarih olduğunu, benim hayatımın da, geçmişteki

bu cennetten bazı hatıralar, bazı manzaralar ve mekanlarla yapıldığı

düşüncesini de hüzün ve mutlulukla yaşatır.

 

Hüzünle mutluluğun buluştuğu bu noktada ancak Boğaz'ı yakından tanıyanların

bilebileceği kimi ayrıntıların sürekliliğini farketmek bana bu resimlerin zaman

dışı bir cennetten çıkıp, benim şimdiki hayatıma karıştığı izlenimini verir. Evet,

derim kendi kendime, Tarabya koyundan çıkar çıkmaz sakin deniz birdenbire

Karadeniz'den gelen poyrazla dalgalanır ve aceleci, sinirli dalgaların sırtında

tamı tamına Melling'in resmettiği gibi bu öfkeli, küçük ve sabırsız köpükler

belirir. Evet, akşamüstleri Bebek sırtlarında korular, ancak benim gibi, Melling

gibi oralarda on yıllar geçirmiş birinin hissedebileceği türden kendi içlerinden

çıkan bu çeşit bir karanlıkla derinleşir. Evet, Boğaz çamları ve serviler, Istanbul

manzarasına hep bu zarafet ve güçle yerleşir.

Geleneksel Islam bahçesinin ve Islam resminde Cennet'in vazgeçilmez

kahramanları olan serviler de Melling'in Boğaz resimlerine, tıpkı Iran

minyatürlerinde olduğu gibi, manzaraya şiirsel bir ahenk veren zarif ve vakur

birer karanlık leke olarak yerleşir. Melling kıvrım kıvrım Boğaz çamlarını

resmederken bile, başka bazı Batılı Boğaz ve Istanbul ressamlarının aksine,

bakışını ağacın dalları arasına sokup dramatik bir heyecan ya da çerçeve etkisi

peşinde koşmaz. Bu bakımdan minyatür ressamlarına benzer: Tıpkı ağaçlar gibi,

insanları da, en duygusal anlarında bile uzaktan görür. Insan gövdesinin

hareketlerini tam bir ustalıkla çizememesi, belki de bu yüzden jestlerle hiç

ilgilenmemesi ya da sandalları, gemileri Boğaz suları üzerine (özellikle bize dik

geliyorlarsa) bazan beceriksizce yerleştirmesi ve yapılarla insanları, o kadar

dikkat etmesine rağmen kimi zaman çocuksu oransızlıklarla çizmesi Melling'in

resimlerine belli bir şiirsellik vererek onu Istanbullunun kendini daha kolay

özdeşleştirebileceği bir ressam yapar. Hatice Sultan'ın sarayındaki ya da

haremdeki çeşit çeşit kadın figürlerinin de hepsinin kızkardeşler gibi benzer bir

yüzle çizilmesinde bakanı gülümseten bir saflık vardır.

 

Melling'i çarpıcı yapan şey, Islam minyatürlerinin en iyisinden ve Istanbul'un

altın çağının çocukluğundan çıkmış gibi gözüken bu saflığı, başka hiçbir Doğulu

ressamın ulaşamayacağı mimari, topografik ve günlük hayat ayrıntılarıyla ince

ince birleştirmesidir. O zaman Kızkulesi'yle Üsküdar'ın Pera'dan görünüşü ya da

görüş açısı haritasında işaretlediği gibi, bu satırları yazdığım Cihangir'deki

yazıhanemden kırk adım ötede bir noktadan, Tophane sırtlarından resmettiği bir

kahvehanenin pencerelerinden Topkapı Sarayı ya da Eyüp sırtlarından

Istanbul'un görünüşü, hem bildik tanıdık her zamanki manzara olur, hem de bir

cennet manzarası. Bu cennet, Osmanlı sarayının Boğaz'ı bir Rum balıkçı köyleri

dizisi değil, yerleşilecek bir mekan olarak gördüğü ve aynı zamanda Osmanlı

mimarisinin Batı'nın çekimini farkederek, saflığından vazgeçtiği zamana da

denk gelir. Melling yüzünden III. Selim'den önceki Osmanlı çağları bana çok

uzakmış gibi gözükür.

 

Marguerite Yourcenar'ın, Piranesi'nin Melling'den otuz yıl önce yapmaya

başladığı Roma ve Venedik konulu gravürleri bir zamanlar incelerken yaptığı

gibi, ben de "elime büyüteci alıp"

 

Melling'in çizdiği Istanbul manzaralarında hareket eden Istanbulluları

seyretmekten çok zevk alırım: Mesela Melling'in santim santim ayrıntısını doğru

çizebilmek için çok uğraştığı Tophane Çeşmesi ve meydanını gösterir resimde, sol

kenardaki karpuzcuyu (tezgahı ve müşteriye karpuzu sunuşu bugün de aynıdır)

ya da bu sefer, resmin alt ortasındaki diğer karpuzcunun sandalyeye oturuşuna

dikkatle bakmaktan hoşlanırım.

 

Melling'in Istanbul anıtları içersinde inceliği yüzünden resmetmeye bu kadar

önem verdiği ve zamanında bir yükselti üzerinde olduğunu resimde gördüğümüz

bu çeşme, bugün çevresindeki yolların parke taşları, asfalt, üzerine asfaltla

örtülerek yükselmesi sonucu çukurda kalmıştır. Ressamımızın şehrin her

köşesinde, her bahçesinde görmekten hoşlandığı annesinin elinden tutan

çocukları (Theophile Gautier'nin elli yıl sonra gözlemleyeceği gibi, çocukla gezen

kadın, her zaman, tek başına gezen kadından daha saygıdeğer bulunacağı ve

rahatsız edilmeyeceği için) Istanbul'un her köşesinde bugün de olduğu gibi çeşit

çeşit kıyafet, sehpa ve yiyecekler ve yüzlerinde bezgin bir ifadeyle gözüken

seyyar satıcıları Beşiktaş'ta yalı iskelesinden oltasını sakin denize sallandıran

delikanlıyı (Melling'i o kadar severim ki Beşiktaş sahilinde denizin hiçbir zaman

bu kadar sakin olamayacağını söylemeye dilim varmaz), o delikanlıdan on beş

adım uzakta yanyana dikilen (ve Beyaz Kale'nin bir Türkçe baskısının kapağına

koyduğum) iki esrarengiz adamı, Kandilli tepesinde ayı oynatan adamla tef çalan

yardımcısını ya da Sultanahmet Meydanı'nda (Melling'e göre Hipodrom)

merkezdeki bütün kalabalıktan ve anıtlardan gerçek bir Istanbullu gibi bihaber

bir havayla, yüklü atının yanında ağır ağır yürüyen adamı, kalabalığa sırtını

dönüp aynı resmin bir köşesinde -tıpkı çocukluğumdaki gibi- üç ayaklı

sehpasında simit satan satıcıyı, bir süre sonra unuttuğum pek çok küçük

ayrıntıyı yeniden keşfetmekten çok hoşlanırım.

 

Piranesi'nin resimlerindekinin aksine Istanbullular, hangi anıtsal binanın, hangi

çarpıcı manzaranın çevresinde dururlarsa dursunlar mimari ve doğa tarafından

ezilmezler. Piranesi gibi bir perspektif sevgisi olmasına rağmen Melling'in

resimleri dramatik değildir. (Tophane kıyısında "kayıkçı kavgasına" tutuşmuş

sandalcılar bile!) Piranesi'nin insanı ezen, bir çeşit ucube, dilenci, sakat, tuhaf

insan kılığına sokan yıkıcı ve dramatik mimarisi düşeydir. Melling'de ise, hiçbir

şeye takılmadan, özgür insan gözünün görüş alanının bütün genişliğiyle, harika

ve mutlu bir dünyada gezinen yatay bir hareket görürüz. Bu Melling'in resim

hüneri ya da zarafetinden çok, Istanbul'un coğrafyasının ve mimarisinin ona

sunduğu bir imkandı. Bunu hissedebilmesi için Istanbul'da on sekiz yıl yaşaması

gerekiyordu.

 

Melling şehirden ayrıldığında hayatının yarısını Istanbul'da geçirmiş

bulunuyordu. Bu, eğitimini aldığı değil, hayat hakkında asıl düşüncelerini

oluşturup ekmek kavgasına girdiği, çalışıp ilk eserlerini verdiği bir on sekiz yıldı.

Bu yüzden gözü orada yaşayanların Istanbul'da gördüğü asıl ayrıntı ve

malzemeyi yakalıyordu. Kendinden otuz-kırk yıl sonraki William Henry Bartlett

(The Beauties of Bosphorus, 1835), Thomas Allom (Constantinople and the

Scenery of the Seven Churches ofAsia Minör, 1839) ve Eugene Flandin (L'orient,

1853) gibi parlak ressam ve gravürcülerin Istanbul'da aradıkları büyülü ve

egzotik havayla Melling hiç ilgilenmedi. Binbir Gece Masalları'ndan ve o yıllarda

özellikle Fransa'da büyük bir yükseliş gösteren Doğu romantizminden çıkma ve

kısa sürede basmakalıplaşmış görüntüler de onu hiç heyecanlandırmadığı için resimlerinde

hayali atmosferlere uygun gölge ve ışık oyunlarıyla, sis ve bulutla etki

yapmaya, ve şehri ve insanlarını olduklarından daha yuvarlak, kıvrımlı, tombul,

arabesk ya da ezik çizmeye girişmedi hiç.

 

Melling'in bakışı şehrin içinden çıkar. Ama o zamanlar Istanbul halkı kendini ve

şehrini resmetmeyi bilmediği, bu işle hiç ilgilenmediği için Batı'dan getirdiği

resim hüneri bu önyargısız resimlere bir yabancılık halesi verir. Şehri bir

Istanbullu gibi görüp önvargısız bir Batılı gibi resmettiği için Melling'in

Istanbul'u hem hatıralar, coğrafya ve camiler gibi tanıdık bir yerdir, hem de

benzersiz, tek ve bu yüzden de harikulade bir dünya.

Bu resimlere her bakışımda bu dünyanın kaybolmuş olmasından dolayı olağan

bir hüzün kaplar içimi. Ama geçmişte kalmış bu dünyanın neredeyse tek "doğru"

görsel tanığının gösterdiği gibi, benim Istanbul'umun egzotik, "büyülü" ya da

tuhaf olmadığım, aslında çocukluğumun Boğaziçi'nden çok şey taşıdığını ve

yalnızca harikulade olduğunu Melling'i her açışımda görmek bana bir teselli verir.

 

ANNEM, BABAM ve KAYBOLMALARI

Bazan babam uzak bir yerlere giderdi. Onu uzun zaman göremezdik. Bu

yokluğun başlangıcı tuhaf bir şekilde bize hissettirilmezdi. Kayıp olduğu ya da

çalındığı çok daha sonra anlaşılan bir bisiklet ya da artık okula gelmeyen bir

sınıf arkadaşı gibi yokluğunu iyice ve acıyla farkettiğimizde bu yokluğa çoktan

alışmış olduğumuzu da hissederdik. Babamızın ne için yok olduğu konusunda bir

açıklama yapılmaz, bunun ne zaman sona ereceği hakkında bize bilgi de

verilmezdi. Ağabeyimle ben, bu soruları sormamamız gerektiğini hisseder, evin

içindeki cemaat havasına kolayca uyuverirdik. Büyük bir apartmanda amcamlar,

halamlar, babaannem, aşçılar, hizmetçiler, hep birlikte kalabalık halinde yaşıyor

olmamız bu eksikliği unutmadan, ama sormadan geçiştirmemizi kolaylaştırırdı.

Bazan unuttuğumuz şeyin kederini, hizmetçi Esma Hanım'ın aşırı şefkatli bir

sarılışından, babaannemin aşçısı Bekir'in bir dediğimizi iki etmeyişinden ya da


Дата добавления: 2015-07-12; просмотров: 57 | Нарушение авторских прав


<== предыдущая страница | следующая страница ==>
Orhan Pamuk 5 страница| Orhan Pamuk 7 страница

mybiblioteka.su - 2015-2024 год. (0.042 сек.)